ALİYYUL MURTEZA BİN EBU TALİB (K V)
Mekke'nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid'i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarından, "müslüman olduk" anlamındaki "eslemna" kelimesi yerine "sabbena" dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Hz. Ali'yi bu hatayı telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme'ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip mağdur olanların zararlarını telâfi etmişti.
Huneyn gazasında müslümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bulduğu halde içlerinden ancak birkaç kişi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız sabırla tahammül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla İslâm ordusunun kendi safında toparlanmasını sağladı.
Resulu Ekrem hicretin 9. yılında Tebük seferine çıkarken Hz. Ali'yi ehl-i beytin muhafazası için Medine'de bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Rasulullah: "Musa'ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?" dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.
Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Rasulullah Hz. Ali'yi Mekke'ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müşrikin artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini bildirdi.
Yemen bölgesinin İslâm'a girmesi zordu. Görev yine Hz. Ali b. Ebi Talib'e verildi. Hz. Ali "Bu çok güç bir iş" dedi. Rasulullah da "Ya Rabb, Hz. Ali'nin dili tercümanı, kalbi hidayet nurunun memba olsun" diye dua edince, Hz. Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen'e gitti, kısa süren irşadları sayesinde Yemen'in bütün Hemedan kabilesi müslüman oldu.
Hz. Peygamber'in vefatı sırasında, hücresinde bulunanların başında İslâm peygamberinin vefatında 33 yaşında olan Hz. Ali (K.V.) geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildiği sırada Hz. Ali Rasulullah'ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.
Rasulullah'ın vefatından sonra dul kalan eşlerinin yanısıra Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın da, hoşnutsuz olmalarının bir nedeni de miras sorunudur. Hz. Muhammed vefat ettiğinde geride önemli miktarda aralarında tartışmaların da odağında olan Fedek hurmalığının da bulunduğu arazileri miras olarak bırakmıştı. Önde gelen yöneticilere göre bu araziler Hz. Peygamber tarafından halkın yararına idare ediliyordu ve dolayısıyla devlete aitti. Hz. Ali ise "Hz. Muhammed'e gelen veraset ile ilgili Kur'an hükümlerinin Hz. Peygamber'in mirasını da kapsadığını" iddia ederek bu değerlendirmeye karşı çıkmıştı. Eşi Hz. Fatıma'nın ölümünden sonra Hz. Ali, Hz. Peygamber'in mirasından payını almak için tekrar başvurdu ancak başvurusu aynı nedenlerle bir kez daha reddedildi. Bununla birlikte Hz. Ömer Medine'deki arazileri Hz. Muhammed'in kabilesi Haşimoğulları adına Hz. Ali ve Hz. İbn Abbas'a verdi; Hayber ve Fedek Arazisi'ni ise devlet malı saydı.
Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer'in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.
Hz. Osman'ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman'a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman'ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti.
Hz. Osman'ın şehâdetinden sonra İslâm'ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey'at ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah'ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu. Hz. Osman taraftarlarının bir kısmı O'nun katilini bulana kadar Hz. Ali'yi halife olarak kabul etmeyeceklerini söylediler ve İslam toplumu Hz. Ali ve Hz. Muaviye önderliğinde ikiye bölünerek ilk kez iç savaşa sürüklendi.
Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffın gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi. Hz. Ali bin Ebu Talib çıkan karışıklıkları yatıştırmak için Basra yakınlarında Hz.Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr gibi İslamiyetin tanınmış simaları ile karşılaştı; bu mücadele Hz. Aişe'nin devesinin etrafında gerçekleştiği için Cemel Vakası adıyla bilinmektedir. Irak ve Şam sınırlarında Hz. Muaviye ile savaştı. Sıffin Savaşı olarak bilinen bu savaş bir buçuk yıl devam etti.
Hilâfete geçtiğinde hâlledilmesi gereken bir çok sorun ile karşı karşıya kalan. Hz. Ali, 4 yıl 9 ay süren kısa süreli hilafet döneminde Peygamber'in sünetini takip ederek, İslam toplumunda çeşitli ıslahat çalışmaları yaptı.
HZ. ALİ (K.V.)'İN ŞEHADETİ
Müslümanların kazandığı ve Hariciler ile yapılan Nehrevan savaşı'ndan sonra, Hariciler'den üç kişi Mekke'de Müslümanların siyasi durumu hakkında müzakere yaptıktan sonra Hz. Ali, Hz. Muaviye ve Hz.Amr bin As'ı öldürmeğe karar verdiler. Harici inançlı bu üç kişiden Hz. Ali'yi öldürmeyi üstlendi ve Kufe'ye hareket etti. Katili Abdurrahman bin Mulcem, Kûfe'de Ramazan ayının 19. gününün şafak vakti sabah namazına giderken Hz.Ali'yi kapısının önünde zehirli bir kılıç darbesi ile ağır şekilde yaraladı. Bu yaranın etkisiyle iki gün evinde yattıktan sonra, hicretin 40. yılında Ramazan ayının 21. günü vefat ederek 661 yılında şehid olmuştur.
Abdurrahman bin Mulcem'in kılıç darbesinden sonra Hz. Ali'nin "Fuztu ve Rabb'il Ka'be!" (Kabe'nin Rabbine andolsun ki, kurtuluşa erdim!..) dediği rivayet edilir. Hz. Ali'nin kabrinin yeri konusunda net bir bilgi yoktur; genel kabule göre türbesi Irak'ın Necef şehrindedir. Afganistan'ın Mezar-ı Şerif kentinde Hz. Ali'ye ait olduğu iddia edilen bir türbe de vardır.
HZ. ALİ (K.V.) NİN FAZİLETLERİNE DAİR
Hz. Ali devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Rasulullah'ın tabiri ile "ilim beldesinin kapısı" olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm'ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.
Medine'de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli'ye, Kur'an okutma ve öğretme işini Abdurrahman es-Sülemi'ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd'a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubade b. es-Samit, ve Ömer b. Seleme'yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu. Malî işleri, dağıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.
Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir titreyerek camiye gittiğini aktarırlar.
Hz. Ali bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu.
Hz. Ali İslâm'ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü o, Rasulullah'ın daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber'den beş yüzden fazla hadis rivayet etti. Ahkâmın nazariyatından çok amelî keyfiyetine bakardı: "Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber'in tekzip edilmesini ister misiniz?" (Buhârî, İlim) demiştir.
Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine'de müslümanların durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Rasulullah'a gitti. Rasulullah kızıyla damadının arasına girerek: "Ben size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin" buyurdu. Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerime indi: "Şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan içerler. Allah'ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi ancak Allah'ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz' derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir." (İnsan, 5/11)
Hz. Ali'nin "Zülfikâr" adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali'ye Rasulullah tarafından hediye edilmişti.
Hz. Ali hakkında nazil olduğu rivayet edilen bir ayet : el-Bakara, 2/274 :
Hz. Ali'nin cömertliği, insanîliği, Rasulullah'a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destani bir kişiliğe büründürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet indi: "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir." (el-Bakara, 2/274).